Bayramların kıymetini bilmeliyiz. Bayramları, hakkını verecek şekilde yaşamalıyız. Bayramların gerek bireysel, gerekse toplumsal yaşamımıza getirebileceği artıları, “başımıza konmuş bir devlet kuşu” olarak görmeliyiz. Bugün düne göre, bu kazanımlara daha çok muhtacız. Uzaktakileri, uzun zamandır görmediklerimizi, konuşmadıklarımızı, unuttuklarımızı; aksine yanımızda, hemen çevremizde, en yakınımızda olup da bir türlü gönlümüzdeki gibi davranamadığımız eşimiz, çocuklarımız, komşularımız, anne-babalarımız ve kardeşlerimizi; hatta, hasımlarımızı veya hasımca davrandıklarımızı yeniden hatırlamak, hem kendimize hem onlara yeni baştan şans tanımak, eksiklerimizi gidermek, kusurlarımızı telafi etmek, unuttuklarımızı hatırlamak, kırdıklarımızın gönlünü almak, ihmal ettiklerimize derin sevgimizi göstermek, kızgınlıkları söndürmek, kinleri, nefretleri saygıya, sevgiye dönüştürmek üzere hemen harekete geçmeliyiz. İşi, gücü, geçmişi, kavgayı, hesabı, çıkarı, politikayı hiç olmazsa, bu üç gün için bir yana bırakıp dostça, insanca, doğal saflığımızla, sevgiyle yaşamalıyız. Atacağımız adımların nasıl karşılanacağı, hiç mi hiç önemli değil. Bunun bize sağlayacağı pozitif enerji, vereceği manevi haz ve mutluluğu kendimiz için yeterli görmeliyiz. Bunu başkaları için değil, kendimiz için, kendi mutluluğumuz için yapmalıyız. Belki, uzun zamandır bu huzuru unutmuş olabilir, anlatmak istediğimi zihninizde canlandıracak anılar küllenmiş olabilir, ama inanın, ilk denememizde hepimiz bu huzuru doyasıya hissedecek, buna ne kadar hasret kaldığımızı, bunun ne denli güzel ve yaşanmaya değer olduğunu hemen anlayacağız. Gelin, bunu hep birlikte yaşayalım. Hiç birimiz bu zenginlikten mahrum kalmayalım, hiçbirimizi de bundan mahrum bırakmayalım. Bunu yaşamak, yaşatmak isteyenlere pozitif davranalım, bir adım gelene on adım gidelim, yürüyene koşalım. İlk adımı biz atalım, cesur olalım. Velev baltayı taşa vursak bile, üzerimize düşeni yapmanın erdemiyle, başımız dik, alnımız açık, Tanrı önünde de, vicdanımız karşısında da gönlümüz rahat ve huzurlu olarak geri dönelim.
Bir de hiç tanımadıklarımız, tanışmadıklarımız, ama bizim tanıklığımıza ihtiyaç duyanlar var. Aslında uzakta değiller, belki de hemen yanıbaşımızdalar. Mahallemizde, köyümüzde veya kentimizde, varoşlarda, gecekondularda, köprü altlarında. İsimsiz, sıfatsız ve künyesizler. Bizim gibi duyguları olan, beklentileri olan, acı çeken, gözlerinin içi gülen, yemek, içmek giymek ve barınmak zorunda olan… Çocuklarının sorumluğunu üstenmiş babalar, kocasının terkettiği analar, anne-baba sıcaklığını unutmuş çocuklar… Onları da hatırlayalım. Onlarla da paylaşacak bir şeylerimiz vardır, mutlaka. Hiç olmazsa bir güleryüz, bir güzel sohbet ve bir tatlı şekeri onlara çok görmeyelim. Hasbelkader bulunduğumuz yeri ve konumu, sabit görme yanılgısına düşmeyelim. “Düşmez kalkmaz bir Allah” deyip, düşene el uzatmayı, yarınki günlerimiz, geleceğimiz için bir sigorta olarak görelim. Kültürümüzden, töremizden bize miras kalan “yolcuya, tanrı misafirine, aça, acığa sahip çıkma” geleneğini gelecek kuşaklarımıza aktaracak zincirin halkasını,bayram günleri hep birlikte takalım.
Gelin, bugün bayram yapalım. Bayramı, bayram gibi yapalım. Bireyselliğimizin, bencilliğimizin dar ve karanlık hücresinden çıkıp, paylaşımın, gönül zenginliğinin, yürek genişliğinin sınırsız dünyasında özgürce üç-dört gün nefes alalım, gün görelim. Ne dersiniz? Buna ihtiyacımız yok mu?